6 Kasım 2010 Cumartesi

Bilimkurgu Hikayesi

Gökyüzü Sığınağı

John 155'nci kattaki kondosundan dışarıya baktı. Hava açıktı, robotik martılar acayip sesleriyle döne döne uçuyorlardı. Gri renkteki bu martıya benzeyen yaratıklar robotlarla martıların gen transferi deneyi sonucu meydana gelmiş garip mahlukatlardı. John, olağanüstü genişlikteki terasa çıktı. Burası sadece kendisine ait bir çatı katıydı. Çatı katıyla gurur duyuyordu. Burada çeşit çeşit bitkiler, nadir çiçekler ve hatta küçük bir ağaç topluluğu yaratmıştı. Şehrin orta yerinde bir orman. Betonarme gri binaların ortasında yeşil bir vaha. İşi o dereceye vardırmıştı ki çiftçilikle bile uğraşıyordu. Temel besin gereksinimlerini yetiştirdiği bir tarlası vardı. Süpermarketlerde satılan meyve sebzenin yiyecekten çok işlenmiş kimyasallar olduğuna inandığı için bu işe girişmişti. İnsanlar o besinleri nasıl satın alabiliyorlardı hala? Aklı almıyordu. Çatının öbür köşesinde şehir inşa edilmeden önce burada yaşamakta olan ormandan gizlice aldığı bir bölüm duruyordu. Yasadışı birşeydi bu yaptığı. Ama John, bazı ayrıcalıklara sahip birisiydi. Uzun servi ağaçları, çamlar, palmiyeler...olağanüstü çeşitlilikte, çok canlı ve güzel görünümlü bir ormandı burası. Kimbilir yüzyıllar önce şehir kurulmadan önce buradaki orman ne kadar güzeldi. Şimdiyse bu ormanın bölük pörçük parçalarını John gibi birkaç şanslı insan satın almış, şehrin geri kalanı bu güzelliklerden mahrum bırakılmıştı. Çünkü artık orman şehrin altında tanınmaz bir haldeydi, burada bir orman bulunduğunu yeni kuşaklar bilmiyor, eskiler unutmaya başlıyorlardı bile. Zaten onları ilgilendirmiyordu bu tür şeyler. John köklü bir aileye mensup, kuşaklardan beri sanayicilikle uğraşmış bir soydan geliyordu. Ataları şehrin kurulmasında öncü rol oynamışlar, şimdilerde de John'un ailesi ellerindeki maden ocakları ve tersanelerle ekonomik hayatın vazgeçilmez bir parçasını oluşturmaktaydılar. John ailesiyle ve geçmişiyle gurur duyuyor, işlerine dört elle sarılıyordu. Aşırı çalışmasından arta kalan zamanlarda terasında rahatlıyor, huzur buluyordu. Çiçeklerine sevecenlikle baktı. Dünyanın ve yakın yıldızların en nadide türleri elinin altındaydı. Görüntüleri John'u sakinleştiriyor, iş yaşamının yıkıcı sertliğini unutmasını sağlıyordu. Bu gizli bahçeden haberi olan yalnızca birkaç kişi vardı; iş ortağı ve çocukluk arkadaşı Weismüller, ailesinin yakın birkaç üyesi ve sevgilisi. Tüm bunlara sahip olmak ona bir servete malolmuştu. Yıllardır kurduğu hayali adım adım gerçekleştirmiş, şehirde artık yokolan yeşili ve doğayı kendi evine getirmişti. Terasa çıkış sadece John'un kondosundan direkt olarak yapılabiliyordu, başka çıkış yolu yoktu. Anahtarıysa kendisinden başka bir tek Weismüller'e vermişti. John, dostuna işte bu kadar güven duyardı.

Ertesi gün John, Weismüller ile ofisinde buluşacaktı. Ortağı ona madenlerle ilgili çok önemli bir konuda konuşmaları gerektiğini söylemişti. Telefonda Weismüller'in sesi kontrollü bir heyecan taşıyordu, John hayli meraklanmıştı. Weismüller'in ofisi şehrin en yüksek binalarından birinde 255'nci kattaydı. Burası da bir teras katıydı. Ancak Weismüller John gibi doğaya ilgi duymazdı. John'un yarattığı doğal ortamı takdir eder görünür fakat içinden bu işin saçma olduğunu düşünürdü. Helikopteriyle indiği terastan geniş salona adım atan John, ortağının devasa çalışma masasının karşısındaki siyah deri kanepeye teklifsizce oturdu. İki dostun arasında bir resmiyet yoktu, ne de olsa iş ortağı olmalarından daha önemlisi çocukluktan beri en iyi dosttular. Weismüller iri yapılı, sarışın, güler yüzlü, ilk bakışta biraz kaba saba sanılabilecek bir adamdı. John'a göre daha cüsseliydi. Ayağa kalkıp elini sıkmak üzere John'a uzattı. El sıkıştılar. John dikkatle dostunun söyleceklerini bekliyor, onun yüzüne bakıyordu. Bu beklentinin farkına varan Weismüller biraz durakladıktan sonra geniş gülümsemesiyle konuşmaya başladı.
'Altın bulduk dostum, talih kuşu başımıza kondu.' John anlamamıştı, ilgisizce sordu:
'Bizim işimiz bu zaten, altın bulmak. Bana önemli bir haber vereceğini sanıyordum.
Weismüller geniş gülümsemesini bozmadan, biraz daha sırıtkan bir ifadeyle ' Sonuna kadar dinlemedin. Mühendisler bana madenlerin çok daha fazla değer yaratacağı bir gelişmeden bahsettiler. Şimdi beni dikkatle dinle. Dediklerine göre Eski Orman'daki şu ağaçların yapraklarından elde edilen bir tür kimyasal bileşim... adı MKİM3033 gibi bişeymiş.. Bu bileşim sayesinde madenden daha fazla verim sağlamak mümkün olacak. Bölgenin en zengin altın madenlerine sahip olacağız! Düşünsene!! Bu ağaçlardan senin özel koleksiyonunda vardı değil mi? Onları bize vermelisin. Madenlerin geleceği için hayati önemde bu! Bunun sayesinde daha derine inmek, daha fazla kaynağa ulaşmak mümkün olacak. Derinlerde ne biçim cevherler var, biliyor musun? Yıllardır başarmaya çalıştığımız iş sonunda gerçeğe dönüşecek!
John düşünüyordu. Daha derine inmek daha fazla güvenlik riski, maliyet ve zaman demekti. Binbir çabayla kurmuş olduğu ormanını feda etmesi gerekiyordu. Bunu yapamazdı. Ama öte yandan madenlerin geleceği ve işlerinin olağanüstü bir ivme kazanması bu bileşime bağlıydı.Derin bir çelişki yaşıyordu. Sonunda kararını verdi. Ormanı feda etmeyecekti. İşleri yeterince iyi gidiyordu. Daha fazla kazanç uğruna kendisi için bu kadar önem arzeden bir hazinenin yokolmasına göz yumamazdı. Kararını Weismüller'e açıkladı. Ortağı hayalkırıklığına uğramıştı ve öfkeli görünüyordu. Bir an delici bakışlarla John'u süzdü.
'Yanlış yapıyorsun, dostum. Geleceğimizi mahvediyorsun.'
Yine de John kararından dönmedi. Ayrıldıklarında Weismüller sakinleşmiş, konuyu aklından uzaklaştırmış gibi gözüküyordu. Neşeli ve gülümseyen rahat haline geri dönmüştü.

Birkaç gün konuşmadılar. John, Weismüller'in kendisine kırgın belki de kızgın olabileceğini düşünüyordu. Dostunun bu tür sessizliklerine alışıktı. Aralarında bir anlaşmazlık olduğunda birkaç gün bekler, sonra elinde bir içki şişeşiyle kapısında olurdu. Herşeyi unutup barışırlardı. Bu sefer sessizliği uzun sürmüştü. John belki de şehir dışında olduğundan beni aramıyor diye düşündü.
Terasında oturuyor, ağaçların ve çiçeklerinin büyümesini seyrediyordu. Tepesinde uçmakta olan helikopterlerin gürültüsü dikkatini çekmişti. Yukarı baktığında devriye gezen polis helikopterlerini gördü. Sıkı devriye denetimleri şehri tepeden gözetlemek için kullanılıyordu. Herhangi bir sokaktaki suç olayını, kaçakları izlemek böylece mümkün oluyordu. John helikopterlerden birinin terasına doğru gelmekte olduğunu ayrımsadı. Helikopterin inmeye karar verdiği anlaşılıyordu. Soğukkanlılığını koruyarak gözleriyle helikopteri izlemeye devam etti. İnen helikopterden çıkan iki polis memuru kendisine doğru yürümeye başladılar. Gelip karşısında durdular. Kimliklerini gösterip isimlerini söylediler. John bu cesarete şaşırmıştı. Bu insanların onunla ne işi olabilirdi ki? O, toplumun saygın bir üyesi, örnek alınan ve hayranlık duyulan bir kimseydi. Daha sonra onu çok şaşırtan şu cümleyi duydu. ' Bay Stein, burada yasadışı bir faaliyette bulunulduğu ihbarını aldık. Şurada duran ağaçların Eski Orman'a ait olduğu doğru mu?
'Evet bu doğru, onları yıllar önce korumak amacıyla buraya aldım. Bunun bir suç olduğunu sanmıyorum.'
'Eski Orman'a ait herhangi bir parçanın özel kişilerce saklanması bir suç teşkil eder. Tüm bu ağaçların devlete ait olduğunu bilmiyor musunuz? Bizimle merkeze gelmenizi rica edeceğim. Ağaçlara da el koymak zorundayız.'
John duraksadı. Bu ağaçlardan haberi olan sadece bir iki kişi vardı. Onu kim ihbar etmiş olabilirdi? Tabii ya, Weismüller! Bunu ondan hiç beklemezdim. Nasıl yapabildi bunu bana?

Emniyet Müdürlüğü şehrin en kalabalık, sevimsiz semtlerinden birindeydi. John bu bölgeye hiç gelmezdi. Bu insanları küçümsüyordu. Sorgulaması devam ederken soğuk, kayıtsız bir tavır takındı. Kendisine zarar gelmeyeceğini düşünüyordu. İçinden Weismüller'e kızıyordu. Demek bunca yıllık dostlukları iş konusunda ayrı düşmeleri sonucu bozulacaktı. Buna hiç ihtimal vermezdi. Çok kırılmış ve incinmişti John. Tabii ki bunları emniyet müdürlüğü'nde belli etmedi. Bazı önemsiz sorulardan sonra John'u evine bıraktılar. Tüm bunların prosedür olduğu belliydi. Belki de Weismüller Emniyet'tekilerle anlaşmıştı. Yasadışı bir faaliyetin değil ortağına evet dememenin cezasıydı yaşadıkları. Ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu. Karşısında çok güçlü bir iş adamı, şehrin emniyet güçleri, belki de tüm otorite kurumları bulunuyordu. Bir dava açması halinde yargıçların da Weismüller tarafından etkilenmeyeceği ne belliydi. Adam sınırsız bir etki alanına sahipti. Gittikçe paranoyakça düşüncelere saplanıyordu. Kendi gücünün de farkındaydı. Weismüller ile bir meydan muharebesine girecek kuvvetteydi. Emniyet Müdürü ağaçlarına el koymak için birkaç gün içinde uzmanların geleceğini, kendisinin de bu süre içinde ev hapsinde tutulacağını söylemişti. Evinin tepesinde polis devriye helikopterleri 24 saat nöbetteydi. Kapana kısılmıştı adeta. Kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. Ailesinden yardım isteyebilirdi. Fakat bunun için fazla gururluydu. Kendi başına açtığı belayı kendisi temizleyebilmeliydi. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. Ağaçlarını devlete teslim etmeden şehri terk etmek. Mars'taki çiftliğinde izini bulmaları imkansızdı. Oraya vardığı zaman güvende olacaktı. Bunun üzerine sevgilisi Intel'i aradı. Intel kozmik gezegenler arası bir tur operatörüydü. Yıllardır Mars'a gidip geliyordu. Beraber gitmeleri için şirketin araçlarından birini kaçırmaları gerekecekti. Ağaçlarını bu araca yükleyerek Mars'taki çiftliğe gidecekler, orada yeni baştan bir hayat kuracaklardı. Weismüller ve diğerlerinin canları cehennemeydi. Sonunda Intel'e ulaştı. John son birkaç haftadır çok yoğun çalıştğı için Intel son olaylardan habersizdi. John herşeyi anlattı ve kurduğu planı Intel'e açtı. Sevgilisi bunun çok zor ama yapılamayacak bir iş olmadığını düşünüyordu. Normal bir tura çıkarmış gibi yola çıkacaklar, ağaçları da araçta kimseye görünmeden saklamanın bir yolunu bulacaklardı. Sonunda harekete geçmeye karar verdiler. Turdan bir gece önce ağaçları geniş uzay aracının makine dairesindeki geniş alana yerleştirdiler. Tahmin ettiklerinden kolay olmuştu. Ertesi gün tipik bir Mars haftasonu turu olacaktı. Olağan dışı hiçbir şey yoktu. Sevgilisiyle Mars'ta bir haftasonu. Ertesi gün geldi çattı. John ve Intel yolcularla birlikte gemide yerlerini aldılar. Çok fazla yolcu yoktu. Mars bu mevsimde bir hayli sıcak olduğundan çoğu turist Neptün veya Uranüs'ü tercih ediyordu. Gemi havalandı ve dünyanın kuleleri arkalarında kaldı. Betonarme gri dünyayı bırakarak Mars'ın sıcak kumlarına doğru yola çıktılar. Artık korkacak hiçbir şey yoktu.