27 Mart 2013 Çarşamba

Belge Özgürlüğü Günü ve Dünya Tiyatrolar Günü

Bugün hem Dünya Belge Özgürlüğü günü hem de Dünya Tiyatrolar Günü kutlanıyor.
Belge Özgürlüğü nedir diyenler şu linke bakabilir: http://belgeozgurlugu.org.tr/
Kutlu olsun!

26 Mart 2013 Salı

Edoardo de Nari-Kozmopolit İstanbul’un Son Mimarı

Mimarlık dergisi son sayısında yayınlanan yazım. De Nari ile ilgili sergi Tepebaşı'ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde devam ediyor. Adalar’dan Bostancı’ya gelirken karşıda görünen manzaranın bu kadar korkunç ve iç karartıcı olmasının nedenleri üzerine uzun bir üniversite tezi yazılabilir herhalde. İstanbul’da şehircilik ve planlama alanında parklara kışla ve cami yapmak gibi dahiyane fikirler ortaya çıkarken; mimarinin daha akılcı, planlı ve güzel olduğu günleri anmak ne yazık ki nostalji oluyor. Şehrin birçok tarihi yapısını yabancı mimarların tasarladığı konuyla ilgilenenler için yeni bir bilgi değildir. Boğaz’daki yalılar, köşkler, Haydarpaşa tren istasyonu, bazı camiler ve kiliselerin mimarlarına bakacak olursak yabancı kökenli olduklarını görürüz. Bunun nedeni tarihi yapıların birçoğunun inşası döneminde Türkiye’de mimarlık eğitiminin henüz çok gelişmemiş olmasına bağlanabilir. 16 Şubat 1874’de Chiavari’de doğan Edoardo de Nari ya da asıl adıyla Denari, 1895’de İstanbul’a gelerek burada evlenir ve yerleşir. Resim yeteneğini bina çizimlerinde kullanmaya karar vererek mimar ve mühendis olarak çalışmaya başlar. Projesini çizdiği yapılar arasında Beyoğlu’ndaki Lombardiya-Venedik etkili neo-gotik üsluptaki Sen Antuan Kilisesi, bugün bulunmayan Saray Sineması, şu an Sabancı Müzesi olan Emirgan’daki Atlı Köşk, Karaköy’deki L’Union Han, Yeniköy’de armatör Aslan Sadıkoğlu’nun yazlık yalısı(1940) ve Türkiye’nin ilk sanayicilerinden Fuat Bezmen’in Yeşilköy’deki villası bulunuyor. Ayrıca mimar Bebek’de kendisi ve ailesi için Villa Lydia adında bir villa tasarlar. Mimarlığı dışında sanata ilgisini resim ve beste yaparak sürdürür. İtalyan Elçiliği’nin tavan resimlerini çizer, bazı operaların müziklerini yazar, bağımsız resim çalışmaları da vardır. De Nari; eski elçilik, şimdi kültür merkezi olan Tepebaşı’ndaki Casa D’Italia’nın yenilenmesi ve yeni tiyatro salonunun projesinin çizimini üstlenir. Renovasyonun yapıldığı yıllarda(1931-32) İtalya’da iktidarda olan faşist hükümete bir saygı ifadesi olarak yapıda fascio(balta ve çomak demetleri) temalı fresk ve kartonpiyer süslemeler kullanılır. Bu süslemeler bugün de yerindedir. De Nari Beyoğlu ve Nişantaşı’nda apartmanlar için projeler de çizer. Bunlar arasında Nişantaşı’nda Erenler Apartmanı(1950), Kristal Apartmanı(1949-50), Beyoğlu’nda Nane Sokak Apartmanı(1900-05) ve İstiklal Caddesi üzerinde Mehmet Ferid Şerbetçizade Apartmanı(1930) bulunur. Ayrıca mimar Elmadağ Cumhuriyet Caddesi üzerinde bugün bulunan yapıların çoğunun da projesini çizer. Bu proje uyarınca; aynı yükseklik, aynı revak hizası ve ayrık düzen yapılar cadde boyunca birbirini izler. Mimarın bazı projeleri ise uygulanamaz. Gümüşsuyu’nda bulunan Park Otel için 1944’de tasarladığı gökdelen projesi gerçekleşmez. 19’ncu yüzyılda İtalyan sefiri Baron Blanc tarafından art deco tarzında yaptırılak 1930’da Miramare adıyla açılan, 1934’te ismi değiştirilip büyütülen Park Otel, İstanbul’un ilk lüks otellerindendir. Proje uygulanabilse İstanbul’un ilk gökdeleni olacaktır. De Nari’nin 1930’da çizdiği Pera Sinagogu projesi de uygulanamamıştır. İlerleyen yıllarda yüzde 50’ye varan varlık vergisi sorunuyla boğuşan mimarın yaptığı itiraz yasanın çıkmasından iki yıl sonra, 1944’te kabul edilir. Yine de aile 1952’de Bebek’teki Villa Lydia’yı satarak Beyoğlu’na taşınır. Edoardo de Nari, 16 Ağustos 1954’te Büyükada’da ölür. De Nari’nin mimari anlayışı yaşamı ve projeleri boyunca değişkenlik gösterir. Tarihselcilikten eklektisizme, 1920’lerin Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi sonrası art deco ve 40’lı ve 50’li yıllarda Modernizm akımlarında eserler vermiştir. Yapıları, mimari ve endüstriyel tasarım gibi farklı üretim kanallarının net ayrımlarının olmadığı, birbirini tamamlayan ve iç içe geçen, ayrı ayrı titizlikle tasarlanmış tekil birimlerin oluşturduğu bütüncül tasarımlar olarak belirginleşir. Tanıtım broşüründen birebir alıntılayacak olursak ‘ De Nari artık varolmayan kozmopolit İstanbul’un son mimarlarındandır'.

12 Mart 2013 Salı

Hare Hare Rama Krishna-Tel Aviv

Dünyanın giriş ve çıkışı en zorlu ülkelerinden birisi İsrail. Tel Aviv Ben Gurion havaalanına indiğimizde hayatımda ilk defa pasaport kontrolünde kenara alınarak bekletiliyoruz. Bekleme odasında baştan aşağı kapalı kadınlar, İngiliz vatandaşı bir İranlı, bizim gibi birkaç Türk var. Neyse ki kısa sürede pasaportlarımız veriliyor ve Ekim sonu olmasına rağmen sıcak bir Tel Aviv akşamında hostele gitmek için treni beklemeye başlıyoruz. Kaldığımız hostel şehrin atölyelerle dolu bir bölgesinde, eski şehrin yakınında. Gecenin bir yarısı geldiğimiz hostelde yemek krizi baş gösteriyor ve bir şeyler almak için dışarı çıkıyoruz. Sabaha karşı boş ve karanlık sokaklarda gezerken bir film setine denk geliyoruz. Bir düğün sahnesi çekiyorlar.Aktrisin üzerindeki beyaz gelinlik gecenin karanlığında film ışıkları içinde parlıyor. Süpermarketler saat 4’te hala açık. Yürürken tanıştığımız Rus göçmeni bir İsrailli olan Julia ile küçük bir meydandaki parkta oturup ‘kahvaltı’ ediyoruz. Kahvaltımız humus, pita ve ice tea’den oluşuyor. Saate ve ıssızlığa rağmen yalnız başlarına genç kızlar yanımızdan geçip gidiyorlar. Tel Aviv belki de deniz şehri olduğundan İzmir’e benzetiyorum. Ege’de gördüğümüz cumbalı evler burada da var. Şehirde birçok inşaat devam ediyor. Plajdaki büyük oteller ve ofis binalarının mimarileri estetik olmaktan uzak. İsrail’de kızların çok güzel olduğunu duymuştuk fakat plajda çok çarpıcı tiplere rastlamak mümkün olmuyor. Plajda bellerinde tabancalı sivil polisler ve kumlarda görmeye alışık olmadığımız askerler dolaşıyor. Aklıma Manic Street Preachers kliplerinden birisi geliyor. Acaba bir film çekiminde olabilir miyiz diye düşünüyorum. Arada sırada üstümüzden helikopterler süzülüyor. Tanıştığımız insanlar Tel Aviv’in İsrail’deki en güvenli yerlerden biri olduğunu söylüyorlar. Oysa biz döndükten birkaç hafta sonra çıkan çatışmalarda bir otobüste bomba patladığını öğreniyoruz. Döneceğimiz akşam plajda uçağımızın kalkacağı saati beklerken kumlarda oturup denize bakıyorum. Senenin son deniz günleri sona eriyor. Türk olduklarından şüphelendiğim birkaç kız voleybol oynuyorlar. Saatler ilerledikçe kumlar soğuyor, insanlar toparlanıp gitmeye başlıyor. Son fotoğraflarımı çekiyorum. Uçağa hala birkaç saat var. Akşam olunca kumsaldaki barda şezlonglarda oturup Golan Tepeleri’nden gelen şaraplardan içiyoruz. Sahil yolunda Hare Krishna kültünden insanlar şarkı söyleyip dansediyorlar. Müzik ve hep birlikte söylenen nakarat öyle etkileyici ki ne olduğunu merak edip yanlarına gidiyorum. İlginç kıyafetleriyle bir grup insan şarkı söyleyip dansediyor. ‘Harinam’ denen bu olay kutsal bir tür dua aslında. Uçağın saati yaklaşıyor. Bir taksiye binip havaalanına yollanıyoruz. Sıcak Tel Aviv gecesinde kaldırıma taşmış barlardan birinde genç bir kız şarkı söylüyor. En son hatırladığım şey barın kırmızı ışıkları.

10 Mart 2013 Pazar

Anadolu'nun Zirvesi Erzurum

Erzurum kayak sporuyla ilgilenenlerin mutlaka bilmesi gereken, kar kalitesi Avrupa’daki Alp Dağları gibi olduğu için yurtdışından birçok kayakseverin de ziyaret ettiği bir kent. Erzurum Havalimanı’na Polonya’da Poznan ve Varşova ile karşılıklı uçuşlar gerçekleştiriliyor. Erzurum’a yakın olduğu için Rusya, İran gibi ülkelerden insanlar gelirken Kanada, Fransa, Polonya ve Hollanda’dan da turistlerin gelmesi doğrusu beni şaşırtmıştı. Şubat sonunda kaldığım Dedeman Ski Lodge’da kalan misafirlerin yüzde 80’i yabancıydı. Belki de Erzurum Türkiye’nin doğusunda bulunduğu için İstanbul ve Ankara’dan gelen kış sporları severlere rastlamak nadir olabiliyor. Gözlemlediğim kadarıyla Uludağ ve Kartalkaya’ya giden insanlar buraya gelmeyi tercih etmiyorlar. Oysa Erzurum’da kayak ve snowboard olanakları diğer iki merkezden de ileri. Örneğin Türkiye’deki ilk ve tek ‘half pipe’ burada bulunuyor. Bu sene yine Şubat sonunda Dünya Gençler Snowboard Şampiyonası Palandöken’de yapılıyordu. Erzurum’un benim de ilgimi ilk çekmesi 2011’de Üniversiteler arası Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yapmasıyla olmuştu. Palandöken’de en zorlu pist rüzgârlı bir zirvede bulunan Ejder(siyah) pisti. Telesiyejle çıkılan Ejder 3125 metre yüksekliğinde. Telesiyejler biraz eski ve bakımsızlar. Palandöken’in bu en zorlu pisti yüksek bir dayanıklılık ve ciddi bir çaba gerektiriyor. Ejder tepesi ve pisti kötü hava koşulları(aşırı rüzgâr) nedeniyle sık sık kapanabiliyor. Üçüncü günümde Dedeman’ın tüm pistleri kapanınca biraz aşağıda bulunan Polat Otel’in pistini denedim. Buradaki siyah pist buzla kaplanmış ve kimse tarafından kayılmamış göründüğünden kırmızı(orta zorlukta) pistten kaymayı denedim. Kırmızı pistin de ezilmemiş karı ve yer yer buzlu olması can sıkıcıydı. Havanın kötülüğü de tuz biber oldu. Polat Otel’in pistleriyle daha yakından ilgilenmesi gerekiyor. Palandöken’den Erzurum şehir merkezine inmek taksiyle 15 dakika sürüyor ve 20-25 TL tutuyor. Kentin en işlek caddesi Cumhuriyet caddesindeki Güzelyurt Restoran akşam yemeği için şehre inmeyi düşünenler için uygun bir seçenek. Erzurum’un meşhur Cağ kebabı ise tam cadde üzerinde olmasa da civarda birçok yerde yenebilir.