16 Temmuz 2013 Salı

İlaç Devi GlaxoSmithKline Çin'de doktorlara rüşvet vermekle suçlanıyor

İngiliz ilaç şirketi GSK, Çinli yetkililerce seyahat acentaları aracılığıyla doktorlara kendi ürünlerini tanıtmaları için rüşvet vermekle suçlanıyor. Çin hükümeti sahtecilik biriminden Gao Feng, GSK'ı kriminal organizasyonlardaki 'büyük patron'a benzetti. İddialara göre GSK, 700 seyahat acentası aracılığıyla 3 milyar yuan(480 milyon dolar) para aktardı. Gao Feng, rüşvetin şirketin temel aktivitelerinden olduğunu iddia etti. Feng'e göre şirket hisse senedi fiyatı ve satışlarını artırmak için illegal işlemlerde bulundu. Soruşturma kapsamında 4 üst düzey GSK yöneticisi gözaltına alındı.
GSK web sitesinde bir açıklama yayınlayarak iddiaların şirketin değerleri ve prosedürleriyle uyuşmadığını, hükümet yetkilileriyle yolsuzluğun önüne geçmek için işbirliği yapacağını açıkladı. Şirket ayrıca söz konusu seyahat acentalarıyla ilişiğini kestiğini belirtti. GSK'nin açıklamalarında iddiaları kesin bir şekilde reddetmemesi dikkat çekici.

14 Temmuz 2013 Pazar

Türkiye'de Yolsuzluk Algısı-Transparency International Raporu

Transparency International(yolsuzlukla mücadele eden uluslararası bir kuruluş) tarafından açıklanan Küresel Yolsuzluk Barometresi her yıl dünyanın bir çok ülkesindeki yolsuzluk algısını insanlara danışarak belirliyor. 2013'de 107 ülkede 114 bin insandan fazla insana yolsuzlukla ilgili soru sorulmuş.
Bu yıl Türkiye'yle ilgili raporda son iki yılda ülkedeki yolsuzluğun nasıl değişim gösterdiği sorusuna yüzde 16 aynı kaldı, yüzde 38 çok arttı, yüzde 16 biraz arttı, yüzde 19 biraz azaldı, yüzde 10 çok azaldı diye cevap verdi. Türkiye'de ortalama 1000 kişiye sorular yöneltilmiş.
Soruları cevaplayanların yüzde 66'sı Türkiye'de siyasi partilerde yolsuzluk olduğuna inanıyor. Yüzde 55 meclis/yasa yapıcıların yolsuzlukla ilgisi olduğunu düşünüyor. Yüzde 30 ordunun yolsuzluğa bulaştığını düşünüyor. Yüzde 34 sivil toplum kuruluşlarının yolsuzlukla ilgileri olduğunu düşünüyor. Yüzde 56 medyada, yüzde 41 dini kurumlarda, yüzde 50 iş dünyasında, yüzde 42 eğitim sisteminde, yüzde 43 yargıda, yüzde 43 sağlık hizmetlerinde, yüzde 38 poliste ve yüzde 42 devlet memurlarında yolsuzluk olduğunu düşünüyor.
Son bir yılda yüzde 13 yargıda, yüzde 13 sağlık kuruluşlarında, yüzde 23 polise, yüzde 22 tapu işlemlerinde, yüzde 15 vergi idaresine, yüzde 27 eğitimde, yüzde 12 su, elektrik vs ile ilgili; yüzde 20 kayıt ve izin bürosuna rüşvet vermiş.  

29 Haziran 2013 Cumartesi

İklim Değişikliğiyle Mücadele Yürüyüşü

İstanbul Kadıköy'de bugün(29 Haziran) Greenpeace'in düzenlediği iklim değişikliği sorununa dikkat çekmek için bir yürüyüşe katıldım. Marmara Üniversitesi kampüsü önünde toplanan gruplar arasında 350.org, Küresel Eylem Grubu, TEMA, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi vardı. Ayrıca yurtdışından birçok insan da çeşitli gruplarla beraber buradaydı. Marmara Üniversitesi'nden Kadıköy Meydanı'na yürüyen binlere varan sayıda insan meydanda yapılan konuşmaları dinlediler.
Greenpeace sayfasında konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgiler veriliyor:http://www.greenpeace.org/turkey/tr/news/binlerce-insan-kadikoyde-direngezegen-dedi-290613/




6 Haziran 2013 Perşembe

gezi parkı-hükümet ve ana akım medya karşıtı protestolar

Gezi Parkı protestolarıyla başlayıp hükümete ve olayları geç vermeye başlayan ana-akım medya kuruluşlarına karşı oluşan tepkilerde Doğuş Grubu iktidara yakınlığı nedeniyle hedef seçilmişti, Taksim Dayanışması(Koruma ve Güzelleştirme Derneği) mail grubundan bana gelen maillerde de Doğuş'un girişimlerinin( medyada NTV televizyonu) protesto edilmesi tavsiye ediliyordu. Doğuş'un iştiraklarinden Garanti Bankası'nda 1500 kişinin kredi kartını iptal ettiği yazıldı. Doğuş İnşaat Üsküdar-Çekmeköy metrosunda inşaat ve elektromekanik ihalesini de 2011'de almıştı. Mayıs 2013'te Karaköy Salıpazarı'nda Galataport olarak bilinen ihaleyi de Doğuş'un kazandığı basında yer aldı.
Ancak derneğin listesinde bazı eksikler var. Mesela radyolar arasında Radyo Eksen yoktu, Doğuş Grubu'nun gece kulübü Babylon'a ve İstanbul'daki bazı restoranları bünyesinde barındıran Doors Grubu'na ortak olduğunu belki de Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği bilmiyordu. Doors Grubu bünyesindeki mekanlardan bazıları şunlar: Da Mario, Anjelique, Vogue, Kitchenette, Zuma, Gina, Mama, Ca'D'Oro ve Gigi.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Parkı protestosu

Birkaç gündür Gezi Parkı'nda çadır kurularak protesto edilen parkın yok edilerek yerine bir yapı inşa edilmesi olayı bugün(31 Mayıs Cuma) şiddetli polis müdahalesi ve gün boyu süren eylemlerle devam etti. Twitter'da İstiklal Caddesi'nde protesto için gelen 150 bin kişi olduğunu okudum. Akşam saatlerinde(19 gibi) Taksim civarında internet bağlantısı ve 3G bağlantılarının kapatılarak iletişimin engellendiği iddia edildi. Ben de Twitter'da twitlerin yüklenmediğine şahit oldum.

Bundan bir süre önce Harbiye tarafından Taksim'e yürüyenlerle beraber polis panzerlerinden püskürtülen biber gazına maruz kaldık ve Nişantaşı'na doğru kaçtık. Neyse ki polis panzerleri Nişantaşı'na sapmadı. Herşeyi görebildiğimi iddia etmiyorum fakat polis panzeri direkt insanların üzerine doğru gelerek sadece Taksim'e doğru yürümekte olan bizleri geri döndürmeyi amaçlıyordu ve uzaktan atılan biber gazından kaçmak için insanlar geri dönmek zorunda kaldılar.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi Maceram

Bugün medyada çıkan haberler üzerine İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü Botanik Anabilim Dalı'na bağlı bulunan Botanik Bahçesi'ne gittim. CNNTürk websitesi haberine göre Botanik Bahçesi 'taşınarak' burada bölümün yanında yer alan İstanbul Müftülüğü 'şeyhülislamlık' inşa edecek:http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/05/28/botanik.bahcesi.muftuluge.devrediliyor/709832.0/index.html
İlk önce bölüm girişinde bölüm başkanı olduğunu iddia eden bir kişi ve özel güvenlik şirketi görevlisine serbest gazeteci olarak bahçeyi gezmek ve fotoğraf çekmek istediğimi söyledim. Güvenlik görevlisi kimliğimi istedi ve bölüm başkanı hanımefendiye girişime izin verip vermeyeceğini sordu. Bölüm başkanı hanımefendi(hangi bölümün başkanı olduğu ve ismini soramadım) 'yukarıya' sormamızı istedi. Yukarı ise özel güvenlik şirketinin amiri çıktı. Yani üniversiteye ait herhangi bir insanın girip gezebildiği yere özel güvenlik şirket amirinin oluruyla girebilecektim. Bu arada fotoğraf makineleriyle turistler rahatça içeriye giriyorlardı. Ne kimlikleri isteniyor, ne de amir aranıyordu. Benim sinirlerim de bozulmaya başladığı için biraz yüksek bir sesle amirle görüşmek istediğimi söyledim ve görüştüm. Bu sırada bana merkeze giderek oradan izin almam gerektiği söyleniyordu. Bense İstanbul Üniversitesi'ne ilk kez geldiğim için merkezin neresi olduğunu bilmediğimi ve gidip gelmemle geçen sürede bahçenin kapanabileceğini söyledim. Bu olaylar saat 15:00 gibi oluyordu, bahçe mesai saati sonunda(tahnimim 17 gibi) kapanacaktı. Amir Bey'le de görüşmemde bana bölüm başkanından izin alıp almadığım soruldu. Bölüm başkanı da topu amir bey'e atmıştı. Sonunda lanet olsun deyip oradan ayrıldım.
Bahçeyi gezemesem de olup biteni açıklayan birkaç fotoğraf çekebildim.





12 Mayıs 2013 Pazar

Kuşdili Çayırı yine çayır olsun!!

Kadıköy Fenerbahçe Stadı yakınında otopark ve pazar yeri olarak kullanılan bölgede bir AVM kurulması için çalışmalar başlatılırken civarda yaşayan insanlar da bu durumu protesto etmek için seslerini yükseltmeye başladılar. Yargı kararları bölgede AVM yapılmasına izin vermezken İstanbul Büyükşehir Belediyesi yine bildiğini okumaya devam edecek gibi görünüyor.. Bugün yapılan konser ve afişlerden bazı fotoğrafları paylaşıyorum. Görüldüğü gibi konsere yoğun katılım gerçekleşti!!




6 Nisan 2013 Cumartesi

zero dergisindeki sergi incelemem

sürekli kendi reklamını yapmak hoş bir şey değil biliyorum fakat insan bu tür şeyleri paylaşmak istiyor..
zero adlı orijinali italya'da basılan, istanbul'da eskiden roll'da şimdi bir+bir dergisinde yazan Merve Erol'un editörü olduğu dergide bir sergi yazım çıktı. çok kısa bir yazı, ismim de yazmıyor ama benim hehe..
http://www.zeroistanbul.com/2013/03/07/irem-tok-ruzgarin-tersi/

4 Nisan 2013 Perşembe

Berlin Berlin

kuzenimin berlin izlenimleri. kendisi benden daha çok ülkeyi ziyaret etmiş az sayıda kişiden biridir.
Son altı ay içinde iki kere Almanya'nın tarih kokan başkenti Berlin'i ziyaret ettim ve her gittiğimde Berlin'in geçmişi hakkında yeni birşeyler öğreniyorum. Aslında hüzünlü bir şehir, bir çok savaş görmüş , Berlin duvarı zamanında aileler bir anda ayrı kalmış, ama şu anda coğunluk kardeşce ve barış icinde düzenli bir şekilde hayatına devam etmekte.
Son 20-25 yılda Berlin'de inanilmaz bir degisim olmakta. Hem Alman ekonomisi 1989 dan beri en iyi donemini yasiyor hem Berlin Avrupanin en enternasyonal sehirlerinden biri olma yolunda ilerlemeye devam ediyor. Her sene 31 Aralikta sokaklarda ortalama 1 milyon civarinda insan yeni yili kutlamak icin beklemektedir ve New York ve Londradan sonra en kalabalik sokak kutlamalari Berlin de yapilmaktadir.
 Kaldigim iki ayri tarihte'de Berlin Zoo ya yakin kaldim. Berlin Zoo nun civari Berlin in Şanzelise'si olan Kudamm caddesine yakin, burada tarihi KaDeWe magazasi bulunmaktadir.  Bir suru dukkan ana magazasini eski berlinden Kudamm a tasimaktadir ve cok yakinda eskiden otel olan hardrock café berlin in karsindaki binaya apple magazasi acilacak.
Yilbasi seyahatimde Guggenheim Berlin sanat galerisi dahil bir kac muze gezme firsati buldum ayrica Prusya doneminde baskent olan Potsdam bolgesini de ziyaret etmistik. Yilbasi aksami eskiden fransizlarin kontrolunde olan bolge Gendermanmarketteki  Christmas markette yemek yedik ve biraz muzik dinledik. Fransizlar uzun yillar o bolgeyi korudugu icin meydanin bir tarafinda Fransiz dom bir tarafinda Alman Dom ortasinda Konzerthaus bulunmaktadir.  Ayrica Berlinde bir suru degisik insana hitap edebilecek dukkanlar bulmak mumkun mesela Astra Kulturhaus  (kucuk bir canli muzik mekani) a dogru giderken oraya yakin yer sormak icin bir yere girdim duvarda bir suru kay kay asiliydi (adini bilmiyorum )

Berlin e ikinci gidisim biraz daha farkli olmustu, yilbasinin kalabaligi bir anda kaybolmustu ama yine de sokaklarda bir suru insan dolasiyordu. Berlin e son 6 ayda ikinci kez gittigimde  Amerikali Sandman in duzenledigi yuruyus turuna da katildim tarihi Brandenburg Tordan basliyor (su anda bir tarafinda Amerikan Elciligi, bir tarafinda Fransiz elciligi bulunmaktadir) ve yaklasik 4 saat  suruyor. Berlin duvarinin gectigi yerlerden geciliyor, meshur checkpoint Charlie ye dogru gidiliyor. Humboldlt umiversitesi hukuk fakultesinin oldugu meydandan geciliyor bu meydanin ilginc , tarihi ve biraz huzunlu bir hikayesi meydanin ortalarinda bir yazi var  ve kisaca  kitap yakanlar insan da yakar diye yazili bu 1920lerde yazilmis/soylenilmis bir alman dusunur tarafindan ve 10 yil sonra da almanyada  nazi olaylari baslamis yazinin oldugu yerde bir cam var oradan asagiya bakildiginda kitaplik var ama bombos bunu sembolik olarak tarihe gonderme yapmak icin bos birakmis.  Bu yurume turunu Berlin e giden herkese oneririm hem Berlin I yuruyerek kesfediyorsunuz , hem bir suru degisik yerden insanlarla tanisma firsati yakaliyorsunuz hemde Berlinin tarihini biraz daha anlamis oluyorsunuz.
Berlin de insaati suren yuzlerce bina var bunlarin bir kismi modern ve yeni bir kismida eskiden olupta savasta yikilmis ya da zarar gormus binalari yeniden yapmak.
Londra ve New York ta oldugu gibi Berlinde bir suru ara sokakta ilginc kafe ve barlar bulmak mumkun. Bunlarin bazilari Neukoln taraflarinda ,bazilari zoo bazilari Brandenburg a yakin kimisi sehrin biraz daha kuzeyinde (Barcomi’s deli adli kucuk New York tarzi yer gibi).  Mesela yolda yururken kulagima cok hos  gelen bateri calan bir mekan gordum icine girdim standart bir evin salonu kadar bir yer ama kalabalik ve hos  canli muzik vardi biraz Alman birasi ictim biraz insanlarla sohbet ettim ve ayrilip baska yerleri kesfetmeye gittim.
Herhalde Berlin in en turistik yerlerinden biri hersene Subatta film festivalininde yapildigi Potsdam bolgesi  (Berlin filarmoni, Sony center ve Berlinhalle ), biraz Amerikan vari bir bolge olsada Berlin I ziyaret edeceklerin en az bir kere ugramasini tavsiye ediyorum.
Berline her gittigimde yeni birsey kesfediyorum yeni insanlarla tanisiyorum ilginc kafelere gidiyorum buyuk ya da kucuk mekanlarda bir suru alternative muzik gruplarini dinleme sansi elde ediyorum.  
Bir daha gorusene kadar hoscakal Berlin


Mert Berker

27 Mart 2013 Çarşamba

Belge Özgürlüğü Günü ve Dünya Tiyatrolar Günü

Bugün hem Dünya Belge Özgürlüğü günü hem de Dünya Tiyatrolar Günü kutlanıyor.
Belge Özgürlüğü nedir diyenler şu linke bakabilir: http://belgeozgurlugu.org.tr/
Kutlu olsun!

26 Mart 2013 Salı

Edoardo de Nari-Kozmopolit İstanbul’un Son Mimarı

Mimarlık dergisi son sayısında yayınlanan yazım. De Nari ile ilgili sergi Tepebaşı'ndaki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde devam ediyor. Adalar’dan Bostancı’ya gelirken karşıda görünen manzaranın bu kadar korkunç ve iç karartıcı olmasının nedenleri üzerine uzun bir üniversite tezi yazılabilir herhalde. İstanbul’da şehircilik ve planlama alanında parklara kışla ve cami yapmak gibi dahiyane fikirler ortaya çıkarken; mimarinin daha akılcı, planlı ve güzel olduğu günleri anmak ne yazık ki nostalji oluyor. Şehrin birçok tarihi yapısını yabancı mimarların tasarladığı konuyla ilgilenenler için yeni bir bilgi değildir. Boğaz’daki yalılar, köşkler, Haydarpaşa tren istasyonu, bazı camiler ve kiliselerin mimarlarına bakacak olursak yabancı kökenli olduklarını görürüz. Bunun nedeni tarihi yapıların birçoğunun inşası döneminde Türkiye’de mimarlık eğitiminin henüz çok gelişmemiş olmasına bağlanabilir. 16 Şubat 1874’de Chiavari’de doğan Edoardo de Nari ya da asıl adıyla Denari, 1895’de İstanbul’a gelerek burada evlenir ve yerleşir. Resim yeteneğini bina çizimlerinde kullanmaya karar vererek mimar ve mühendis olarak çalışmaya başlar. Projesini çizdiği yapılar arasında Beyoğlu’ndaki Lombardiya-Venedik etkili neo-gotik üsluptaki Sen Antuan Kilisesi, bugün bulunmayan Saray Sineması, şu an Sabancı Müzesi olan Emirgan’daki Atlı Köşk, Karaköy’deki L’Union Han, Yeniköy’de armatör Aslan Sadıkoğlu’nun yazlık yalısı(1940) ve Türkiye’nin ilk sanayicilerinden Fuat Bezmen’in Yeşilköy’deki villası bulunuyor. Ayrıca mimar Bebek’de kendisi ve ailesi için Villa Lydia adında bir villa tasarlar. Mimarlığı dışında sanata ilgisini resim ve beste yaparak sürdürür. İtalyan Elçiliği’nin tavan resimlerini çizer, bazı operaların müziklerini yazar, bağımsız resim çalışmaları da vardır. De Nari; eski elçilik, şimdi kültür merkezi olan Tepebaşı’ndaki Casa D’Italia’nın yenilenmesi ve yeni tiyatro salonunun projesinin çizimini üstlenir. Renovasyonun yapıldığı yıllarda(1931-32) İtalya’da iktidarda olan faşist hükümete bir saygı ifadesi olarak yapıda fascio(balta ve çomak demetleri) temalı fresk ve kartonpiyer süslemeler kullanılır. Bu süslemeler bugün de yerindedir. De Nari Beyoğlu ve Nişantaşı’nda apartmanlar için projeler de çizer. Bunlar arasında Nişantaşı’nda Erenler Apartmanı(1950), Kristal Apartmanı(1949-50), Beyoğlu’nda Nane Sokak Apartmanı(1900-05) ve İstiklal Caddesi üzerinde Mehmet Ferid Şerbetçizade Apartmanı(1930) bulunur. Ayrıca mimar Elmadağ Cumhuriyet Caddesi üzerinde bugün bulunan yapıların çoğunun da projesini çizer. Bu proje uyarınca; aynı yükseklik, aynı revak hizası ve ayrık düzen yapılar cadde boyunca birbirini izler. Mimarın bazı projeleri ise uygulanamaz. Gümüşsuyu’nda bulunan Park Otel için 1944’de tasarladığı gökdelen projesi gerçekleşmez. 19’ncu yüzyılda İtalyan sefiri Baron Blanc tarafından art deco tarzında yaptırılak 1930’da Miramare adıyla açılan, 1934’te ismi değiştirilip büyütülen Park Otel, İstanbul’un ilk lüks otellerindendir. Proje uygulanabilse İstanbul’un ilk gökdeleni olacaktır. De Nari’nin 1930’da çizdiği Pera Sinagogu projesi de uygulanamamıştır. İlerleyen yıllarda yüzde 50’ye varan varlık vergisi sorunuyla boğuşan mimarın yaptığı itiraz yasanın çıkmasından iki yıl sonra, 1944’te kabul edilir. Yine de aile 1952’de Bebek’teki Villa Lydia’yı satarak Beyoğlu’na taşınır. Edoardo de Nari, 16 Ağustos 1954’te Büyükada’da ölür. De Nari’nin mimari anlayışı yaşamı ve projeleri boyunca değişkenlik gösterir. Tarihselcilikten eklektisizme, 1920’lerin Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi sonrası art deco ve 40’lı ve 50’li yıllarda Modernizm akımlarında eserler vermiştir. Yapıları, mimari ve endüstriyel tasarım gibi farklı üretim kanallarının net ayrımlarının olmadığı, birbirini tamamlayan ve iç içe geçen, ayrı ayrı titizlikle tasarlanmış tekil birimlerin oluşturduğu bütüncül tasarımlar olarak belirginleşir. Tanıtım broşüründen birebir alıntılayacak olursak ‘ De Nari artık varolmayan kozmopolit İstanbul’un son mimarlarındandır'.

12 Mart 2013 Salı

Hare Hare Rama Krishna-Tel Aviv

Dünyanın giriş ve çıkışı en zorlu ülkelerinden birisi İsrail. Tel Aviv Ben Gurion havaalanına indiğimizde hayatımda ilk defa pasaport kontrolünde kenara alınarak bekletiliyoruz. Bekleme odasında baştan aşağı kapalı kadınlar, İngiliz vatandaşı bir İranlı, bizim gibi birkaç Türk var. Neyse ki kısa sürede pasaportlarımız veriliyor ve Ekim sonu olmasına rağmen sıcak bir Tel Aviv akşamında hostele gitmek için treni beklemeye başlıyoruz. Kaldığımız hostel şehrin atölyelerle dolu bir bölgesinde, eski şehrin yakınında. Gecenin bir yarısı geldiğimiz hostelde yemek krizi baş gösteriyor ve bir şeyler almak için dışarı çıkıyoruz. Sabaha karşı boş ve karanlık sokaklarda gezerken bir film setine denk geliyoruz. Bir düğün sahnesi çekiyorlar.Aktrisin üzerindeki beyaz gelinlik gecenin karanlığında film ışıkları içinde parlıyor. Süpermarketler saat 4’te hala açık. Yürürken tanıştığımız Rus göçmeni bir İsrailli olan Julia ile küçük bir meydandaki parkta oturup ‘kahvaltı’ ediyoruz. Kahvaltımız humus, pita ve ice tea’den oluşuyor. Saate ve ıssızlığa rağmen yalnız başlarına genç kızlar yanımızdan geçip gidiyorlar. Tel Aviv belki de deniz şehri olduğundan İzmir’e benzetiyorum. Ege’de gördüğümüz cumbalı evler burada da var. Şehirde birçok inşaat devam ediyor. Plajdaki büyük oteller ve ofis binalarının mimarileri estetik olmaktan uzak. İsrail’de kızların çok güzel olduğunu duymuştuk fakat plajda çok çarpıcı tiplere rastlamak mümkün olmuyor. Plajda bellerinde tabancalı sivil polisler ve kumlarda görmeye alışık olmadığımız askerler dolaşıyor. Aklıma Manic Street Preachers kliplerinden birisi geliyor. Acaba bir film çekiminde olabilir miyiz diye düşünüyorum. Arada sırada üstümüzden helikopterler süzülüyor. Tanıştığımız insanlar Tel Aviv’in İsrail’deki en güvenli yerlerden biri olduğunu söylüyorlar. Oysa biz döndükten birkaç hafta sonra çıkan çatışmalarda bir otobüste bomba patladığını öğreniyoruz. Döneceğimiz akşam plajda uçağımızın kalkacağı saati beklerken kumlarda oturup denize bakıyorum. Senenin son deniz günleri sona eriyor. Türk olduklarından şüphelendiğim birkaç kız voleybol oynuyorlar. Saatler ilerledikçe kumlar soğuyor, insanlar toparlanıp gitmeye başlıyor. Son fotoğraflarımı çekiyorum. Uçağa hala birkaç saat var. Akşam olunca kumsaldaki barda şezlonglarda oturup Golan Tepeleri’nden gelen şaraplardan içiyoruz. Sahil yolunda Hare Krishna kültünden insanlar şarkı söyleyip dansediyorlar. Müzik ve hep birlikte söylenen nakarat öyle etkileyici ki ne olduğunu merak edip yanlarına gidiyorum. İlginç kıyafetleriyle bir grup insan şarkı söyleyip dansediyor. ‘Harinam’ denen bu olay kutsal bir tür dua aslında. Uçağın saati yaklaşıyor. Bir taksiye binip havaalanına yollanıyoruz. Sıcak Tel Aviv gecesinde kaldırıma taşmış barlardan birinde genç bir kız şarkı söylüyor. En son hatırladığım şey barın kırmızı ışıkları.

10 Mart 2013 Pazar

Anadolu'nun Zirvesi Erzurum

Erzurum kayak sporuyla ilgilenenlerin mutlaka bilmesi gereken, kar kalitesi Avrupa’daki Alp Dağları gibi olduğu için yurtdışından birçok kayakseverin de ziyaret ettiği bir kent. Erzurum Havalimanı’na Polonya’da Poznan ve Varşova ile karşılıklı uçuşlar gerçekleştiriliyor. Erzurum’a yakın olduğu için Rusya, İran gibi ülkelerden insanlar gelirken Kanada, Fransa, Polonya ve Hollanda’dan da turistlerin gelmesi doğrusu beni şaşırtmıştı. Şubat sonunda kaldığım Dedeman Ski Lodge’da kalan misafirlerin yüzde 80’i yabancıydı. Belki de Erzurum Türkiye’nin doğusunda bulunduğu için İstanbul ve Ankara’dan gelen kış sporları severlere rastlamak nadir olabiliyor. Gözlemlediğim kadarıyla Uludağ ve Kartalkaya’ya giden insanlar buraya gelmeyi tercih etmiyorlar. Oysa Erzurum’da kayak ve snowboard olanakları diğer iki merkezden de ileri. Örneğin Türkiye’deki ilk ve tek ‘half pipe’ burada bulunuyor. Bu sene yine Şubat sonunda Dünya Gençler Snowboard Şampiyonası Palandöken’de yapılıyordu. Erzurum’un benim de ilgimi ilk çekmesi 2011’de Üniversiteler arası Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yapmasıyla olmuştu. Palandöken’de en zorlu pist rüzgârlı bir zirvede bulunan Ejder(siyah) pisti. Telesiyejle çıkılan Ejder 3125 metre yüksekliğinde. Telesiyejler biraz eski ve bakımsızlar. Palandöken’in bu en zorlu pisti yüksek bir dayanıklılık ve ciddi bir çaba gerektiriyor. Ejder tepesi ve pisti kötü hava koşulları(aşırı rüzgâr) nedeniyle sık sık kapanabiliyor. Üçüncü günümde Dedeman’ın tüm pistleri kapanınca biraz aşağıda bulunan Polat Otel’in pistini denedim. Buradaki siyah pist buzla kaplanmış ve kimse tarafından kayılmamış göründüğünden kırmızı(orta zorlukta) pistten kaymayı denedim. Kırmızı pistin de ezilmemiş karı ve yer yer buzlu olması can sıkıcıydı. Havanın kötülüğü de tuz biber oldu. Polat Otel’in pistleriyle daha yakından ilgilenmesi gerekiyor. Palandöken’den Erzurum şehir merkezine inmek taksiyle 15 dakika sürüyor ve 20-25 TL tutuyor. Kentin en işlek caddesi Cumhuriyet caddesindeki Güzelyurt Restoran akşam yemeği için şehre inmeyi düşünenler için uygun bir seçenek. Erzurum’un meşhur Cağ kebabı ise tam cadde üzerinde olmasa da civarda birçok yerde yenebilir.

12 Ocak 2013 Cumartesi

Robert Walser-Berlin Stories

Berlin Stories-Robert Walser İsviçreli yazar Robert Walser’in Berlin’de geçirdiği yıllarda yazdığı 120 öykü içinden seçilerek oluşturulan ‘Berlin Stories’de yazar Alman başkentinde geçirdiği günleri, görüp gezdiği yerleri anlatır. Henüz Türkçeye çevrilmeyen kitapta taşradan büyük bir şehre taşınan Walser’in hafif saf, iyimser ve neşeli anlatımıyla karşılaşırız. Yazar Berlin’in geniş cadde ve meydanlarını, parklarını büyük bir heyecanla tasvir eder. Berlin’de tiyatrolarda sahne dekoratörü olarak çalışan kardeşinin dairesinde kalan Walser, evlerine davet edildiği yüksek tabakadan insanlar ve sanat çevrelerini de yazsa da, öykülerinin önemli bir kısmı Berlin sakinlerinin hikayelerini anlatır. İngilizce baskının önsözünü yazan ve öykülerin çevirmeni Susan Bernofsky, kardeşi Karl’ın tiyatrodaki başarılı çalışmaları nedeniyle zengin insanların evlerine davet edilen Walser için Karl’a bir davet sahibinin ‘Kardeşin de gelebilir, tabii çok aç olmaması koşuluyla’dediğini aktarır. Yazar Berlin’de tanıdığı insanların karakter tasvirlerini de öyküleştirerek yazar. 1920’li yıllarda sayıları 37’yi bulan tiyatroları, kabareleri ve varyete şovlarıyla eğlence ve sanat konusunda döneminin en hareketli şehirlerinden olan şehir, yazara bol malzeme sağlar. Walser Berlin’e gelişinden bir süre sonra düzenli bir gelir edinme umuduyla ‘Aristokratik Uşaklar Okulu’nda bir aylık kursa yazılır. Mezuniyetinin ardından da Silesya’da bir kontun şatosunda bir süre çalışır. Burada yaşadıklarını 1917 tarihli hikayesi ‘Tobold’da anlatacaktır. Robert Walser, kendine has, hikaye ve denemenin karışımı yazı stili ‘prose piece’leriyle dünya edebiyatına katkıda bulunmuştur. Ülkemizde hak ettiği ilgiyi görmesi ve eserlerinin çevrilmesi edebiyat seven okurları mutlu edecektir.